Öff, ne kadar sıcak. Teras kapısını açtım da biraz cereyan yaptı. İyi ki aldık şu yazlığı. Hem mutfak hem oturma odası, bunaltıyor beni ya, neyse. İstanbul’un gürültüsünden patırtısından, nemli havasından kurtarıyor işte.
Buranın havası nefes darlığıma da iyi geliyor.
Çocukların okul derdi kalmadı. Hasan da emekli olsa, ondan sonra bütün yaz mevsimlerini burada geçiririz artık.
Bahçe de harika oldu bu sene. Eee yedi sene oldu alalı. Fesleğenler kocaman ağaç oldu, ne de güzel çiçeklendiler. Ortancalar desen coştu. Cam güzellerini de beyaz renklilerle siklamen renklileri karışık dikmem iyi oldu.
Otur bakalım siyatik minderine. Gazetelerini oku, kahveni iste. Gazetelerin arasına sokuşturduğun o melun fotoğrafı da seyret…
“Belimde bir ağrı var. Sol kalçamın üzerinde bak şurası. Popomdan yukarı doğru dik bir çizgi çiz. Basenimden de kuyruk sokumuma, yok yok, omuriliğime doğru yatay bir çizgi çiz. Tam onların kesiştiği yer ağrıyor.”
Ne kalçamda sıcak bir dokunuş, ne de ses. Omzumun üzerinden bakıyorum. Gazeteye gömülmüş. Ben anlatıyorum ama o oralı bile olmuyor. Önünde sessiz bir sabırla bekliyorum. Baktığımı görünce “şurada bir şey okuyorum. Bırak da rahatça bitireyim.” diyor.
Elinde şu tuhaf fotoğraf. Aklı onda biliyorum. Karşısına koyup onu seyrediyor sürekli. Anlamsız karanlık iç bunaltıcı bir fotoğraf. Bilmem ne tiyatrosunda çekilmiş çok eski bir şey. Kuşkulanıyorum ondan. Sahnedeki kızı mı tanıyor? Ãşık olduğu, kavuşamadığı, benden yıllarca gizlediği biri mi? Sinirime dokunuyor. Tam bir haftadır bu fotoğrafla yatıyor, bu fotoğrafla kalkıyor.
Televizyonda “Şifalı bitkiler, sebzeler, biyoenerji” programı başladı. Her derde deva otlar. Biyoenerji uzmanına şunun fotoğrafını göndersem, derdini anlar mı acaba?
Belki de beyin damarları tıkalıdır. Biyocuya gidip baktırmalı, bütün tıkalı damarları da, başka şeyleri de, tıkalı ne varsa açıyor adam valla. Gitmez ki bu. İnatçı. Hem inanmaz öyle şeylere. Dalga geçer durur.
Uzaktan bile anlıyormuş biyocu. Yedi enerji yolu varmış. Bu yollardan biri tıkalı olabilir. Bizimkinin resmini göndereyim bari. Duyduğum doğruysa, resmine bakıp neresinin tıkandığını şıp diye anlar alimallah. “Hoş ben neresinin tıkandığını biliyorum ya.”
Belki de unutkanlık başladı. Bir şey hatırlamaya çalışıyor. Geçenlerde unutkanlık için havuç suyu birebir dediydi, İlhami Saçaroğlu. Dur, şuna akşamları havuç suyu vereyim.
Bak bak, gazetelerin arasında o fotoğrafa yapıştı yine. Saplantı haline geldi şu foto. Gizlice baktığımı bilmiyor tabi.
Fotoğrafta kuş kılığında bir kadın, içeri buyur eden bir adam var. Ama kadın gidiyor. Giderken de arkasına bakıyor. Gagasında da bir yaprak tutuyor. Yuvayı dişi kuş yapar. Ama bu kuş yaprağını da almış gidiyor. Terk ediyor belli ki. O fotoda ne buluyor? Kendinden bir şeyler bulmasa, bir ilgisi, bir hatırası olmasa…
Takıntı haline gelen durumları çözmek için acaba ne sebze yedirmeli?
İçim sıkıldı. Nefesim daraldı yine. Bu sefer Hasan’ın yüzünden. Hah! İlhami Saçaroğlu da çıktı. Ooo, biri nefes darlığına iyi gelen otu soruyor.
“Nefes darlığını hiç dert etmeyin harika bir ilaç var. Keçiboynuzu. Kaynatıp için.” diyor.
Başkası basuru soruyor. “Kakao ve zeytinyağını karıştırıp yedi sekiz gün pamukla makata koyun.” Oohh, basurdan eser yok, tertemiz.
Ayyy unuturum bunları şimdi. En iyisi şifalı bitkiler sebzeler kitabı almak. Amerika’da bir hastanede başhekim olan Profesörün kitabını Zilliyet gazetesi yirmi dokuz kupona verdi ama kaçırdım.
Yoksa andropoz da mı? Ondan mı bu sıkıntısı, stresi acaba? “bitkisel temizleyiciler rehberi” kitabında okuduğum lahana kürüne başlayayım bari. Başbakanımız bile tavsiye etti lahanayı. Depresyon, endişe, tasa, sinir sistemi, mide hastalığı ne varsa bir kerede temizlenir alimallah. Boş yere üzülmenin hastalanmanın manası yok değil mi?
Bakayım şu kitaba da, bir malzeme listesi yapayım.
“Zencefil, soya bitki özsuyuyla dört fasulyeyi yutun”
Neden dört? Her elemente karşılık bir fasulye mi?
Hasan’a bakıyorum ama duymuyor şakamı? Fakir sümüğü gibi yapışmış fotoya. Eskiden olsa o yapardı bu şakayı, beni kızdırmak için.
“Fasulye kabuğu kaynatıp için.”
Bunlar da strese iyi geliyormuş. Bak her şeyi nasıl düzelteceğim. Mucize kürler. İnekler neden şeker hastası, kalp hastası olmuyorlar? Huzurlu huzurlu yaşıyorlar. Stresleri yok çünkü.
Listeyi vereceğim “Bu kadar lahanayı ne yapacaksın? Keçiboynuzu da nerden çıktı?” İllaki sorar şimdi. Sonra da başlar: “Bir ilaç için yıllarca deney yapıyor bilim adamları. Yan etkileri, verilecek miktarı, dozu için. Hastalar üzerinde yapılan araştırmalara milyonlar harcanıyor.” diye söylenir. İlaç fabrikasında çalışıyor ya, kendini doktor sanıyor. Neyse şu fotoya kafayı takmışken arada kaynar belki. Sesini çıkarmaz. Bir de kuşburnu isterim. Anlar mı acaba resmi incelediğimi.
Amaaaan! Anlarsa anlasın. Zaten artık konuşmanın zamanı geldi. Bana bir açıklama yapmak zorunda.
Bu sefer çekemem valla. “Düşünsene, bitkilerin otların zararlı olmadığından nasıl emin oluyorsun? Akdeniz beslenme biçimi en yararlısı, tamam. Sebzelere meyvelere ağırlık vermek o da tamam. Bunlar yararlı, yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli, o kadar.
Tedavi edici değil? Bırak şu insanları aldatan televizyon programlarını. Sana yakışmıyor kuşum!”
Kuşum! Bana hiç kuşum demezdi. O demedi zaten aklım oyun oynuyor bana. Ben kıskanıyorum galiba bu foto kadını. Yok canıııım.
Listeden keçiboynuzunu silsem mi acaba? Geçen sefer bir torba laf dinledim.
“Biliyor musun nefes darlığının nedenini? Kalp hastalığından mı? Akciğer bozukluğundan mı? Anemi mi var? Yoksa malin melanom bir hatalıktan mı? Biliyor musun ha! Başlatma keçiden de boynuzundan da!” demişti. Amaaan, sil gitsin. Sonra kendim alırım.
Önce şu lahana kürüne başlayayım.
Saatlerdir şu fotoğraftaki “kuş kılıklı kadın” ı seyrediyor. Kesip doğrayıp tavus kuşu kuyruğu gibi kel kafasına yapıştırmak, “Kadını bilmem ama, sen kuşa benzedin ” demek istiyorum. Onu öyle, kâğıt biçme makinesinden geçirdiğim ince şerit kâğıtlarla hayal edip gülüyorum. Böyle şakaları kaldıramaz, kahrından ölür. Valla boşanmaya kadar gider bu iş.
Birden bire nerden çıktı şimdi bu. Yıllardır saklıyordu da ben mi fark etmedim. Neden şimdi alenen seyrediyor.
Yoksa fotodaki kuş kafalı kadın bizimkini mi aradı? Bir selam nasılsın falan?
Şu Saçaroğlu’nu arayıp, “Takıntılara hangi bitki iyi geliyor? diye soracağım diyorum.
“Şifalı ot takıntısından kurtulmak için, şifalı ot ha? ” diyor.
“Ben senin takıntından bahsediyorum”
“Ne takıntısı?”
“Ne takıntısı olacak? Foto takıntısı”
Gülüyor, hem de kahkahalarla.
“Öykü yarışması açılmış, orada gördüm bu fotoğrafı. Fotoğrafa bakıp bir öykü yazın diye. Dergiden kesip renkli fotokopi çektirdim.
Ama sen durma, Saçaroğlu’nu ara. Takıntın için…”
01.07.2009
Huriye Gökağaçlı
No responses yet